Yeni Dünya Düzeni (Siyaset)

“Yeni dünya düzeni” en genel anlamıyla dünya güç dengelerinde ve siyasi düşüncesinde önemli değişiklikler meydana geldiğinde, ortaya çıkan yeni durumu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Terimin ilk kullanılışı I. Dünya Savaşının neden olduğu yıkım sonrasında ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın önerdiği 14 ilke ve Milletler Ligi oluşturulması çağrısıyla şekillenen yeni durum vesilesiyle olmuştur. Pek çok yorumcu, II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletlerin ve Bretton Woods ekonomik sisteminin kurulmasıyla şekillenen yeni sistemi de “yeni dünya düzeni” olarak adlandırmışlardır.

Terimin yakın zamanda tekrar kullanılması ise soğuk savaş sonrası dönemi ifade etmek maksadıyla olmuştur. Sovyetlerin son lideri Mihail Gorbaçov ve ABD Başkanı George Bush tarafından başlatılan süpergüçler arasındaki yeni işbirliği sürecini tanımlamak için kullanılmıştır.

“Yeni dünya düzeni” kavramının günümüzde geçerliliğini koruyan asıl anlamı Birinci Körfez Savaşı ile ilintilidir. Savaşa giden günlerde yavaş yavaş inisiyatifi ele alan Bush, yeni dünya düzeninin ilk büyük sınavının Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin Irak’ına vereceği karşılık olduğunu ilan etmiştir. 11 Eylül 1990’da Amerikan Kongresinde yaptığı “Yeni Bir Dünya Düzenine Doğru” başlıklı konuşmasında öngördüğü düzenin ana başlıklarını açıklamıştır.

Bu konuşma kimine göre, Amerika’nın Ortadoğu’daki emperyal hayallerinin meşrulaştırılma girişimiydi. Süpergüçler arası işbirliği retoriğine rağmen, ABD’nin tek süpergüç olacağı tek kutuplu bir dünyanın sinyalleri veriliyordu. Birinci Körfez Savaşı da bu yeni doktrinin test alanı olmuştu. ABD çok kısa sürede büyük bir uluslarası koalisyonun öncülüğünü yapmış ve Sovyetler Birliği aktif olarak katılmadığı bu savaşa belki de yaşadığı iç çalkantılar nedeniyle ciddi bir itiraz da yöneltememişti. Çünkü Sovyetler Birliği ekonomik açıdan çöküşün eşiğine çoktan gelmiş, Batılı ekonomik topluluklara üye olarak bu durumdan kurtulmanın derdine düşmüştü.

Sovyetler Birliği’nin 8 Aralık 1991 itibariyle resmen tarihe karışmasıyla birlikte, “yeni dünya düzeni” tamamen ABD’nin yeni düzenini ifade eder hale geldi. İlginçtir, Sovyetler’in yıkılmasından sonraki dönemde Beyaz Saray yeni dünya düzeni ifadesini kullanmaktan imtina eder hale geldi. Bazı yorumcular bunu ABD’nin 1991-1992 yıllarında yaşadığı ekonomik resesyona bağlamışlardır. Fakat, her ne kadar Beyaz Saray kullanmaz olmuşsa da, ifade artık kamuoyuna malolmuştu.

Körfez Savaşının ardından “yeni dünya düzeni” doktrinini irdeleyen bir takım akademik yorumlar ortaya çıkmaya başladı. John Lewis Gaddis, Foreign Affairs dergisine yazdığı bir makalede yeni düzeni tanımlayan faktörleri, ABD’nin tartışmasız üstünlüğü, artan entegrasyon, milliyetçi ve dini akımların yükselişi, ve güvenlik tehditlerinin yaygınlaşması olarak sıralıyordu.

Gaddis’e göre yeni düzenin nihayetinde alacağı şekil dünyayı entegrasyona ve bölünmeye götüren faktörlerin etkileşimi ile belirlenecekti. Fakat tek bir gerçek vardı ki; iletişimdeki gelişmeler, uluslararası ekonomik sistem ve yeni düşüncelerin hızla yayılma potansiyeli ülkeleri izolasyona gitmekten alıkoyuyordu. Gaddis’e göre yeni dönemin belirleyici faktörlerinden biri, birleştirici veya parçalayıcı etkiye sahip olabilecek olan İslam’dı.

Joseph S. Nye gibi araştırmacılara göre yeni dünya düzeni denilen şey aslında 1945 yılında formüle edilip Soğuk Savaş nedeniyle uygulanamayan liberal düzenin uygulamaya konmasından başka birşey değildir.

Bu dönemde şüphesiz en çok ses getiren yorumlardan biri Francis Fukuyama’nın 1992 yılında yayınladığı “Tarihin Sonu” tezi idi. Fukuyama’ya göre yaşanan sadece soğuk savaşın sonu değil, insanlığın düşünsel evriminin zirve noktası ve Batı tipi liberal demokrasinin kendinin mutlak hükümet etme biçimi olarak kabul ettirmesiydi.

Samuel P. Huntington 1993 yılında Foreign Affairs Dergisinde yayınladığı “Medeniyetler Savaşı ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” başlıklı makalede yeni dünya düzeni hakkında yazılanlara ve özellikle de Fukuyama’nın tezine karşı çıkıyordu. Huntington, soğuk savaş sonrası çatışmanın ideolojik değil kültürel sınır çizgileri arasında yaşanacağını iddia etmektedir. Ona göre kültürel organizasyon, dünyayı tanımlamada bağımsız devletler formülasyonundan daha anlamlıdır. Çatışmayı anlamak için kültürel çatlakların anlaşılması zaruridir. Huntington’a göre Batı medeniyetinin karşısına çıkması muhtemel iki medeniyetten biri Çin diğeri ise İslam’dır. Batı eğer bunu farkedip önlemlerini almadığı takdirde Batı bu savaşta başarısız olacaktır.

Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi, Batı’nın ABD öncülüğünde İslam’a karşı açtığı savaşı meşrulaştırdığı gerekçesi ile eleştirilmektedir. Çünkü Huntington Batı’ya demokrasiyi evrenselleştirme safdilliğinden kurtulmayı ve öncellikle kendi iç yapısını güçlendirmeyi tavsiye etmektedir.

Bush’un ikinci dönem için girdiği seçimi kaybetmesinden sonra Başkan olan Bill Clinton, yeni dünya düzeni retoriğini sahiplenmekle kalmadı Bush’tan bir adım öteye götürdü. Fakat artık “yeni dünya düzeni” ifadesi yerine “küreselleşme çağı,” “tek kutuplu dünya” vb. ifadeler kullanılıyordu.

ARAMA

Google

COPYRIGHT

EZOTERİK SÖZLÜK, konunun meraklılarına bilgi vermesi amacıyla yayınlanmaktadır. Bu sözlükte yayınlanan tüm maddelerin telif hakkı yazarına aittir. İzinsiz ve link vermeden kopyalanıp yayınlanamaz.
 
pageviews